NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
جَرِيرُ بْنُ
عَبْدِ
الْحَمِيدِ
عَنْ يَزِيدَ
بْنِ أَبِي
زِيَادٍ عَنْ
عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ
الْحَارِثِ
عَنْ أُمِّ
هَانِئٍ قَالَتْ
لَمَّا كَانَ
يَوْمُ
الْفَتْحِ
فَتْحِ
مَكَّةَ
جَاءَتْ
فَاطِمَةُ
فَجَلَسَتْ عَنْ
يَسَارِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَأُمُّ
هَانِئٍ عَنْ
يَمِينِهِ
قَالَتْ
فَجَاءَتْ
الْوَلِيدَةُ
بِإِنَاءٍ فِيهِ
شَرَابٌ
فَنَاوَلَتْهُ
فَشَرِبَ مِنْهُ
ثُمَّ
نَاوَلَهُ
أُمَّ
هَانِئٍ
فَشَرِبَتْ
مِنْهُ
فَقَالَتْ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
لَقَدْ
أَفْطَرْتُ
وَكُنْتُ
صَائِمَةً فَقَالَ
لَهَا
أَكُنْتِ
تَقْضِينَ
شَيْئًا قَالَتْ
لَا قَالَ
فَلَا
يَضُرُّكِ
إِنْ كَانَ
تَطَوُّعًا
Ümmü Hânî (r.anha)'dan;
nakledildiğine göre;
Mekke fethi günündeydi.
Fâtıma gelip Rasûlullah (s.a.v.)'in sol tarafına oturdu. Ümmü Hânî de sağında
oturmakta idi. Bir câriye, içerisinde içecek olan bir kap getirip Peygamber
(s.a.v.)'e takdîm etti. Rasûlulullah (s.a.v.) ondan içti. Sonra kabı Ümmü
Hânî'ye verdi. Ümmü Hânî de içip şöyle dedi:
Ya Rasûilallah, ben
oruçlu idim, orucumu bozdum. Rasûlullah (s.a.v.).
"Sen, bir borcunu
mu kaza ediyordun?" buyurdu. Ümmü Hânî,
Hayır, dedi. Rasûlullah
(s.a.v.):
"Eğer nafile ise
zararı yok" buyurdu.
İzah:
Dârimî, savm, Ahmed b.
Hanbel, VI, 424.
Hadisin râvisi bizzat
Ümmü Hâni'dir. Normal olarak onun "ben sağında idim" demesi
gerekirdi. Ama o ya kendinden hikâye ederek böyle söylemiştir, ya da râvi kendi
sözünü Ümmü Hânî'nin sözünün yerine koyarak hadisi mânâ olarak nakletmiştir.
Tirmizî, hadisin
senedinde kusur olduğunu söyler.Ümmü Hâm'in, Hz. Peygamber'in kendisine
uzattığı şeyi oruçlu olduğu halde içip bunu sonradan haber vermesi, Efendimizin
artığını reddetmemek içindir. Fakat içtikten sonra yaptığının günah bir şey
olduğunu zannetmiş ve durumu Peygamber (s.a.v.)'e arz etmiştir. Nitekim
Tirmizî'nin rivayetinde Ümmü Hânî meseleyi şu şekilde aktarmaktadır.
"Sonra Peygamber (s.a.v.) kabı bana uzattı, ondan içtim ve; "ben
günah işledim, benim için istiğfar et", dedim..."
Hadis-i şerîf nafile
oruca başlayan kişinin isterse orucunu bozabileceğine ve kendisine kaza
gerekmediğine delâlet etmektedir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) Ümmü Hânî'ye
orucunu kaza etmesini emretmemiştir.
Hz. Ömer, Ali, İbn
Mesud, İbn Ömer, îbn Abbas Câbir, Huzeyfe, Ebu'd-Derdâ gibi meşhur sahâbîler ve
İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in görüşleri de bu istikâmettedir.
Bu görüşe ışık tutan başka
hadisler de vardır. O hadislerde Peygamber (s.a.v.)'in nafile oruçlu iken
orucunu bozduğu ifâde edilmektedir. Ancak bu görüş sahiplerine göre, özürsüz
yere orucun bozulması mekruhtur.
İma m-ı Azam ve İmam
Mâlik'e göre, nafile oruca başlayan bir kimsenin orucu tamamlaması gerekir.
Özürsüz yere orucunu açması caiz değildir. Bunlar "Amellerinizi
bozmayınız"[Muhammed 33] mânâsındaki âyete dayanırlar. Bu görüş
sahiplerine göre, bir kimse özrü olmadığı halde başladığı nafile orucu bozarsa,
günahkâr olur ve kendisine kaza icab eder. Bir özürden dolayı bozarsa, günahkâr
olmasa da Ebu Hanifeye göre kaza icâb eder. Mâlikilere göre kaza da gerekmez.
Hanefilerin bu konudaki delilleri Ebû Dâvud, Tirmizî ve Malik'in Hz. Aişe
(r.anha)'den rivayet ettikleri şu haberdir: "Hâfsa ile ben oruçlu idik.
Bize bir yemek getirildi ve ondan yedik. Sonra Peygamber (s.a.v.) geldi ve,
"orucumuzu bozduk," dedik. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.);
"onun yerine başka bir gün kaza ediniz" buyurdu."
Hanefî âlimlerinden
Münlekâ sahibi, Kemal b. Hümâm ve Tacü'ş-Şeri'a başlanılan nafile orucu özürsüz
yere de olsa bozmanın caiz olduğu görüşünü benimsemişlerdir.